Translate

İçimizdeki Everest, Lut ve sükûnet...


· Çevresine öfke saçan insanlarla dostluk yapmaktan hoşlanır mısınız?
· Öfkesinin yanı sıra korku saçan insanları sever misiniz?
· Korkunun yanı sıra haset, kin, kıskançlık saçan insanları sever misiniz?

· Tüm bunların yanı sıra çevresini, zarif bir dille bile olsa, küçümseyen, aşağılayan, kinaye yapan, dedikodu ile beslenen ve sürekli yargılayan kibir dolu insanları sever misiniz?

Eminim bu soruları okuyan herkes “asla sevmem” diyecektir.
Eğer siz de böyle demişseniz kısa bir süre durun ve düşünün; çevrenizde bu şekilde davranan insanlara değer verdiğiniz hiç olmadı mı? Ya da halen veriyor olabilir misiniz?

Düşündükten sonra “evet, hiç olmadı...” derseniz sizi kutlarım. Siz içinizde bu olumsuz davranış ve düşünceleri taşımıyorsunuz demektir. Yazının geri kalan kısmını okumanıza gerek yok.
Ama düşündükten sonra; “zaman zaman bu tür davranışları olan insanlara değer verdiğim oluyor” diyorsak kendimizi çok iyi irdelememiz gerekecektir. Zihinsel olarak özürlü hale gelmeye başlamışızdır.

Eğer “öfkeli, korku veren, haset, kin, kıskançlık ve intikam duygularıyla” yaşayan, bu duygularını “dedikodularla, yargılarla ve kibirle” taçlandıran insanları dost edinmiş ya da onların davranışlarını, duygularını onaylar davranışlar göstermişsek, onun taşıdığı tüm zihinsel özürleri biz de taşıyoruz demektir.
Onda gördüğümüz ve (gizlice) hoşlandığımız davranışlar aslında kendimizde görmek istediklerimiz ya da gördüklerimizdir.
Bu olumsuz davranışlarımızı ve duygularımızı onaylayacak olan kişi elbette ki aynı davranışları gösteren ve benzer duygular paylaştığımız bu insanlardır.

Ben asla böyle davranmıyorum dememiz ya da düşünmemiz yeterli değildir. Bu davranışları onaylamışsak en az o kişi kadar “öyleyizdir.”

Eğer dedikodu yapılırken (katılmasak bile) dinlemiş ve sessiz kalarak onaylamışsak dedikodunun ortağı olmaz mıyız?
Bir insan yargılanırken "sessizlikle onayladığımızda" yargıya ortak olmaz mıyız?

Çevresine sürekli öfke ve korku saçan insanı, sessiz kalarak bile, onaylamışsak en az o insan kadar korkak olmaz mıyız? 
Onun öfkelenmesine yol açan korkuları biz de taşıyor olmaz mıyız?
Onun içindeki sakızlaşmış kinini, kıskançlıktan kaynaklanan iniltilerini, hasetten doğan coşkularını izlerken (ve katılırken) biz de aynı duyguları taşıyor olmaz mıyız?
Aslında bizim istediğimiz o insanın bize de aynı şekilde (kötü) davranmasıdır. Kendimizi hangi davranışlara değer görüyorsak o davranışları onaylamaz mıyız? 
Bazen onaylamakla kalmayıp katılımcı olmaz mıyız?

Gördüğümüz kötü kişilik aslında “bize ait olan ya da özendiğimiz” kişiliktir.

O kişi bizim aynamızdır. Aynaya baktığınızda kendinizden hoşlanmışsak ancak aynamız kadar temiz olabiliriz.
Ve sürekli bu insanları çevremizde buluyorsak, biz aynen o insanlar gibiyizdir. Biz neyi ararsak onu buluruz.
Bir kişi bizi, samimi olarak, yüceltmiş, övmüş ve zirveye çıkartmışsa yücelik ve zirve aslında onun içindedir. Hiç kimse bizi kendi içinde var olmayan bir yüceliğe çıkartamaz. Everest Tepesi onun içinde barınmaktadır.

Bir kişi bizi aşağılamışsa, aşağıladığı kadar alçaklık, gerçekte onun içindeki alçaklıktır. Bizi kendi içinde barındırmadığı bir alçaklıktan daha fazla alçaltamaz. Lut Gölü onun içinde barınmaktadır.

Çevremizde bu davranışlar çokça ve sürekli oluyorsa bu durum sözünü ettiğimiz “kötü kişinin” suçu değildir. Hep birlikte oluşturduğumuz ve görünmeyen, sessiz bir iradenin sonucudur.

Sözü edilen “kötü kişi” gerçekten kötü kişi midir? Kötü kişi bizim, hepimizin sessiz ve güçlü onayımız olmadan kötülük yapabilir mi?
Kötü kişinin alçalttığı insan ve bu alçaltmaya alçaltmayla yanıt veren kişi kötü kişi kadar suçlu ve kötü değil midir?
Hata yapan, hepimizin sessiz iradesiyle ve onayıyla hata yapmıyor mu?
O halde hata yapanı yargılamak neden? Hata hata ile giderilseydi, ateş ateş ile sönmez miydi?

Alçaltılmak alçaltmakla karşılık bulursa ortada iki alçaklık olmaz mı?
Küfür, küfürle yanıt bulursa ortada iki küfürbaz olmuyor mu?

Dedikodu, dedikodu ile ağırlanırsa ortada iki dedikoducu olmuyor mu?
Tıpkı sevgi, sevgi ile ağırlandığında ortada iki sevgilinin olduğu gibi...
Fikir tartışması diye gurur savaşı yapıldığında ortada fikir mi vardır? Gururların savaşı mı vardır?
Gururların savaşından kim galip çıkabilir ki? Hepimiz mağlup olmaz mıyız?
Bu savaşta “o gizli, güçlü ve sessiz irademiz” sevgiyi kaybetmez mi?


Sevginin kaybedildiği yerde sadece pislik olur.
Aslanın aslanla savaşından sonra ortada yaralı bir aslanla bir de aslan leşi kalır.
İki aslanın savaşını bitmeyen bir iştahla kim seyreder? Kim bu savaşın etrafında sevinçle çığlıklar atarak dans eder?
Aslan leşine çakallar üşüşmez mi?
Zeki çakal taraftır; zayıf aslanın kazanmasını ister. Zira yaşayan zayıf aslan, gelecekteki yemeğidir.
Öyleyse aslanla aslanın savaşını sadece çakallar kazanmaz mı? Aslan kazansa da kaybetse de aslında mağlup olan değil midir?

Ne savaşan aslan olmalıdır insan, ne de kazanan çakal...
Sadece insan olunmalıdır, insan...
Kinden, kıskançlıktan, dedikodudan, gururdan, hasetten ve sevgisizlikten uzak; sadece insan olunmalıdır.

Hem surette hem de gerçekte...
Sükûnet içindeki insan olunmalıdır.


Son söz: Bir kişiyi alçaltıyorsanız bilin ki kendi içinizdeki alçaklıktan daha aşağı alçaltamazsınız. Kimi (samimi olarak) yüceltiyorsanız içinizdeki yücelikten daha fazla yüceltemezsiniz.
Alçaklığın ve yüceliğin ne olduğunu kavramak istiyorsanız içinize bakın, orada ne görüyorsanız ancak o kadar alçalır ve o kadar yücelebilirsiniz. İçinizde ne barındırıyorsanız onu görür ve bulursunuz…


Haluk Zeki ® - 2004
Not: Yazı yazarın yasal koruması altındadır. İzinsiz ve kaynak göstermeden yayınlandığı taktirde yasal işlem hakkımız saklıdır.

1 yorum:

ebru tipi dedi ki...

ne kadar güzel anlatmışsınız bu bakış açılarını yakalayabilmek gerçekten bir yol gösterici olmadan çok zor oluyor pusulamız sürekli bozukmuş gibi rotayı şaşırıyor sizin bu yazılarınız pusulamızı tamir etmemize yardımcı oluyor sonsuz şükran duyuyorum size