Translate

Günün olumlama cümlesi


Yasal uyarı

Bu sayfada yayınlanan tüm yazılar yazarın yasal koruması altındadır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kısmen dahi alınması ve yayınlanması halinde yasal işlem yapılacaktır.
Bu siteden kopyalanan ve kaynak belirtmeden yayınlanan yazılar tespit edilmiş ve gerekli uyarılar yapılmıştır. Uyarılara rağmen yayınlarında değişiklik yapmayan site sahipleri ve yazarları hakkında gerekli yasal işlemler yapılacak ve burada "emek hırsızları" olarak da teşhir edileceklerdir. 
Pozitif yaşam yolu önce "emeğe saygı" ile başlar. 
Emeğe saygısı olmayanlar bir gün mutlaka bu saygıya ihtiyaç duyarlar.

Sevginin meyvesi olur mu çocuklar?


Çocuklara konuları oyun oynayarak öğrettiğim için olsa gerek, derslerimiz çok eğlenceli geçiyordu.
Dört saatlik eğitimi teneffüs yapmadan işliyorduk. Ama iki ders geçip de tebeşir tozları boğazımda düğümlenince on dakikalık teneffüste bir bardak çay içmeyi arzuluyordum.
Öğrenci milleti dinler mi? O teneffüse de çıkartmıyorlardı beni. Tüm can alıcı soruları teneffüs zamanına saklıyorlar ve peş peşe sorular geliyordu.
Ellerinden kurtulmak için çeşitli bahaneler uydurmaya çalışıyordum.

O gün teneffüs zili çaldığında kaçmak için bahane düşünürken imdadıma nöbetçi öğrenci yetişti.
Kapıyı çalıp içeri girdi:
- Hocam bir ziyaretçiniz var, sizi bekliyor.
Sonra kocaman ağzıyla gülümsedi
- Ben bu haylazlara göz-kulak olurum.
Sınıfta gülüşmeler oldu.

Garip bir şeydi, o teneffüste hiç soru gelmiyor sanki öğrenciler de dışarı çıkmak için bekleşiyorlardı.
Merakla çıktım. “Ankara’dan birileri mi geldi acaba?” diyerek merdivenleri hızla indim. Okulda da bir tuhaflık vardı. Teneffüste bağırıp çağıran öğrencilerden tık çıkmıyor az sayıdaki öğrenci yüzüme gülümseyerek bakıyordu.
Şaşırmıştım. Erkek okulundan beklenmeyen bir sükunet vardı.
Merdivenleri indiğimde sükunetin nedenini de anlamış oldum.
Derslerine girdiğim öğrencilerin hepsi salonu doldurmuştu. En önde haylaz ama çok sevdiğim, geçen yılın mezunlarından Erkan kucağında büyük bir demetle beni bekliyordu. Hiç görmediğim kadar şıktı. Damat gibiydi.

Öğrencilerin hepsi de yoksul ve gariban çocuklardı. Üç kuruşluk haftalıklarıyla giyim-kuşama özen gösteremiyorlardı.
Giysileri eski de olsa, temiz ve titiz giyinmelerini tembihlerdim hep. Tembihimi de mutlaka tutarlardı.

Erkan’ı ve diğer öğrencileri gördüğümde çok şaşırdım. Şaşırdığım gibi de Erkan’ı gördüğüme çok sevindim. O yaz evlendiğini duymuş, genç yaşta evlenmesine hem kızmış hem de sevinmiştim. “Belki biraz uslanır” diye düşünüyordum.
Ben şaşkın vaziyette öğrencilere bakarken Erkan bir adım öne çıktı.
- Öğretmenler gününüz kutlu olsun öğretmenim...
Kocaman demeti bana uzattı. Bu mevsimde kocaman bir gül demeti yaptırmıştı. Alımdan “çok para harcamıştır bu çocuk” diye geçirdim. Aklımdan geçeni okumuş gibi konuşmasına devam etti.
Arkasındaki ve arkamdan sessizce beni takip eden diğer öğrencileri gösterdi “Hepimiz para toplayıp yaptırdık. Siz hediye almayı yasaklamıştınız ama, bu kadar kalabalık olunca hiç kimseye dokunmadı bile” diye ekledi.

Hayatımda ilk kez konuşmakta zorlandım. Ne diyeceğimi bilemedim. Kendimi çaresiz gibi hissediyordum. Bir taraftan da gözümde biriken yaşları akıtmamak için gayret gösteriyordum. Ağzımdan tek kelime çıkamıyordu. Zaten tek kelime konuşsam gözlerimden yaşlar boşalacaktı.
Elime sarıldı, hasret duyar gibi koklayarak öptü. Elimi çekmek istesem de elimi öpen diğerine devrediyordu. Ben kucağında bir demet gülle hiç ses çıkartmadan elimi öpmelerini seyrediyordum.

On dakikalık teneffüs bitmişti. Zil çaldığında “hadi bakalım herkes sınıfına” diyebildim.
Sessizce dağıldılar. Arkamda bekleşen öğrencilere döndüm “duymadınız mı? Herkes sınıfa! Derse girince hesaplaşacağım sizinle, sıra dayağına hazır olun” dedim muzipçe.
Salon boşaldı. Sadece tüm yakışıklılığı ile Erkan ve nöbetçi öğrenci kaldı.

Gözlerine baktım, o da benim gibi ağlamak üzereydi sanki. “Özledim seni, gel bir sarılayım” diyebildim. Nöbetçi öğrenci çiçekleri aldı ve Erkan’a bir ağabey hasretiyle sarıldım, öptüm. Ama o beni bırakmıyordu. Omzumda ağladığını fark ettim. Karşılıklı birbirimizin omuzlarında ağlaştık.
Kendimi toparlayıp yüzüne baktım.
- Evlenmişsin oğlum. Allah mesut etsin. Eşini çok merak ediyorum. Mutlu musun?
Gülümsedi. “O da burada, dış kapıda sizi bekliyor” dedi.
Birlikte aşağı indik. Kapıda minicik bir köy kadını beni bekliyordu. Beni görünce başını öne eğdi. Utanmıştı. Hiç ses etmeden elime sarıldı, saygıyla öptü. Hep önüne bakıyordu. Çenesinden tutup yüzünü kaldırdım.
- Başını kaldır da yüzünü göreyim kızım.
Bir gül yaprağı gibi yanakları, zeytin gibi siyah ve parlak gözleri vardı. Minik köylü kadın eşarbını düzeltti ve mahcup gülümsedi.
- Adın nedir?
- Gül... Gülpembe...
Sarılıp, kalbime sokasım geldi minik gelinimi. Dayanamadım, sarıldım. Altındamla kolonya ve köy kokusunu ciğerlerime çektim.
- Allah mesut etsin kızım. Bu haylazı sana emanet ediyorum. Sen çekip-çevir onu. Çok severim eşini, ama çok da kızarım.
Gülümseyerek başını öne eğdi.
- O da sizi çok seviyor. Adınızın geçmediği gün olmuyor evimizde. Bana sanatı öğretti, adam etti, yediğimiz her lokmada hakkı var diyor. Bu yüzden ben de çok sevdim.
Bedeninden büyük çantasını karıştırdı. Erkanı işaret etti.
- Siz hediye kabul etmezmişsiniz, ama sen verirsen alır dedi.

Acemice paketlenmiş bir kutuyu uzattı. Hemen açtım. İçinde bir dolmakalem vardı. Daha sonraki hayatımda yıllarca özenerek kullandığım yeşil dolmakalemi sevgiyle kabul ettim. Etmemek mümkün değildi.
Her ikisine de tekrar tekrar sarılıp teşekkür ettim.

Yaz tatilinde olduğum için beni bulamayıp düğünlerine çağıramadıkları için çok üzülmüşler. Bu gün de küçük gelinimi doktora getirmişler, ama doktor gününü de öğretmenler gününe denk getirip, şehre inmişken hem doktor işini hem de öğretmenler günü kutlamasını aradan çıkartmak istemişler.
- Ne doktoru Erkan? Hayırdır?
Erkan arsızca gülümsedi. Özlemişim gülümsemesini. Küçük kadın yine utandı.
- Erkek olursa adı Haluk olacak öğretmenim...

Boğazıma bir şeyler düğümlendi. “Acelen neydi haylaz” diyemedim. Konuşamıyordum.
Tekrar tekrar sarılıp vedalaştık.

Derse geç kalmıştım. Çiçeklerimi alıp derse girdim. Hınzır öğrenciler tek ellerini sıraya koyup avuçlarını açmışlar, sıra dayağına hazır gülümseyerek bekleşiyorlardı.
- Biliyorsunuz ben bekar evinde kalıyorum çocuklar. Bu çiçeklere sahip çıkamam. Bunları size vereceğim, siz de ilk öğretmeniniz olan annelerinize götürecek ve onların öğretmenler gününü kutlayacaksınız.

Sopa bekleyen avuçlarına tek tek gülleri bıraktım. Bırakırken de vurur gibi yaptım. Gülle sopa yiyen tek öğrenci onlar olsa gerek.
Onbeş gül vardı. Ondört öğrencime dağıttım. Artan bir gülü gösterip “ben de bunu kurutup ilk öğretmenim olan anneme götüreceğim çocuklar” dedim.

Son iki saatte dersimizin konusu artık teknik resim değildi.
Konumuz sevgi ve vefaydı. Hiç ses çıkartmadan dinlediler. “Sevginin meyvesi olur mu çocuklar?” diye sordum ve soruma kendim yanıt verdim.

İşte bu son cümleyi not alırlarken gördüm onları. Umarım hiç unutmamışlardır.
- Vefa dediğimiz şey sevginin meyvesidir çocuklar. Bu cennet meyvesidir! Çok leziz ve çok besleyicidir.

Zil çaldı. En zor eğitim çalışmasını yapmıştım. Sınıftan çıkarken İrfan yanıma geldi.
- Benim annem yok öğretmenim, bunu babanneme versem olur mu?
Ne güzel bir soruydu bu. “Tabi olur çocuk, seni o yetiştirmişse ona ver ve benim adıma seni yetiştirdiği için teşekkür et.”
Sevindi. “Tamam öğretmenim” dedi.

Kendimi bekar odama zor attım. İlk kez hıçkıra hıçkıra ağladım.
Bir avuç jeton alıp annemi aradım. Doyasıya konuşup bana verdikleri için teşekkür ettim. Daha sonra bende emeği olan tüm öğretmenlerime (kendi kendime) teşekkür ettim, dualar ettim.
Şimdi de bende emeği olan ve hayatta olan tüm öğretmenlerim için “sağlık, huzur ve zenginliklerle dolu” bir hayat diliyorum. Şimdi başka bir alemi yaşayan öğretmenlerim için de Allah’tan rahmet diliyor ve tüm öğretmenlerime saygılarımı, sevgilerimi gönderiyorum.
İyi ki vardınız ve iyi ki varsınız sevgili öğretmenlerim.


Ve siz; 
beni öğretmen mertebesine erdiren öğrencilerim. Hepinizin gözlerinden öpüyorum. Sizler de iyi ki vardınız ve iyi ki varsınız...

Haluk Zeki ® - 2009
Not: Yazı yazarın yasal koruması altındadır. İzinsiz ve kaynak göstermeden yayınlandığı taktirde yasal işlem hakkımız saklıdır.


Aşk sizi çağırdığında...

AŞK ÜZERİNE SOHBET
klayınız
Haluk Zeki ® - 2009

İçimizdeki Everest, Lut ve sükûnet...


· Çevresine öfke saçan insanlarla dostluk yapmaktan hoşlanır mısınız?
· Öfkesinin yanı sıra korku saçan insanları sever misiniz?
· Korkunun yanı sıra haset, kin, kıskançlık saçan insanları sever misiniz?

· Tüm bunların yanı sıra çevresini, zarif bir dille bile olsa, küçümseyen, aşağılayan, kinaye yapan, dedikodu ile beslenen ve sürekli yargılayan kibir dolu insanları sever misiniz?

Eminim bu soruları okuyan herkes “asla sevmem” diyecektir.
Eğer siz de böyle demişseniz kısa bir süre durun ve düşünün; çevrenizde bu şekilde davranan insanlara değer verdiğiniz hiç olmadı mı? Ya da halen veriyor olabilir misiniz?

Düşündükten sonra “evet, hiç olmadı...” derseniz sizi kutlarım. Siz içinizde bu olumsuz davranış ve düşünceleri taşımıyorsunuz demektir. Yazının geri kalan kısmını okumanıza gerek yok.
Ama düşündükten sonra; “zaman zaman bu tür davranışları olan insanlara değer verdiğim oluyor” diyorsak kendimizi çok iyi irdelememiz gerekecektir. Zihinsel olarak özürlü hale gelmeye başlamışızdır.

Eğer “öfkeli, korku veren, haset, kin, kıskançlık ve intikam duygularıyla” yaşayan, bu duygularını “dedikodularla, yargılarla ve kibirle” taçlandıran insanları dost edinmiş ya da onların davranışlarını, duygularını onaylar davranışlar göstermişsek, onun taşıdığı tüm zihinsel özürleri biz de taşıyoruz demektir.
Onda gördüğümüz ve (gizlice) hoşlandığımız davranışlar aslında kendimizde görmek istediklerimiz ya da gördüklerimizdir.
Bu olumsuz davranışlarımızı ve duygularımızı onaylayacak olan kişi elbette ki aynı davranışları gösteren ve benzer duygular paylaştığımız bu insanlardır.

Ben asla böyle davranmıyorum dememiz ya da düşünmemiz yeterli değildir. Bu davranışları onaylamışsak en az o kişi kadar “öyleyizdir.”

Eğer dedikodu yapılırken (katılmasak bile) dinlemiş ve sessiz kalarak onaylamışsak dedikodunun ortağı olmaz mıyız?
Bir insan yargılanırken "sessizlikle onayladığımızda" yargıya ortak olmaz mıyız?

Çevresine sürekli öfke ve korku saçan insanı, sessiz kalarak bile, onaylamışsak en az o insan kadar korkak olmaz mıyız? 
Onun öfkelenmesine yol açan korkuları biz de taşıyor olmaz mıyız?
Onun içindeki sakızlaşmış kinini, kıskançlıktan kaynaklanan iniltilerini, hasetten doğan coşkularını izlerken (ve katılırken) biz de aynı duyguları taşıyor olmaz mıyız?
Aslında bizim istediğimiz o insanın bize de aynı şekilde (kötü) davranmasıdır. Kendimizi hangi davranışlara değer görüyorsak o davranışları onaylamaz mıyız? 
Bazen onaylamakla kalmayıp katılımcı olmaz mıyız?

Gördüğümüz kötü kişilik aslında “bize ait olan ya da özendiğimiz” kişiliktir.

O kişi bizim aynamızdır. Aynaya baktığınızda kendinizden hoşlanmışsak ancak aynamız kadar temiz olabiliriz.
Ve sürekli bu insanları çevremizde buluyorsak, biz aynen o insanlar gibiyizdir. Biz neyi ararsak onu buluruz.
Bir kişi bizi, samimi olarak, yüceltmiş, övmüş ve zirveye çıkartmışsa yücelik ve zirve aslında onun içindedir. Hiç kimse bizi kendi içinde var olmayan bir yüceliğe çıkartamaz. Everest Tepesi onun içinde barınmaktadır.

Bir kişi bizi aşağılamışsa, aşağıladığı kadar alçaklık, gerçekte onun içindeki alçaklıktır. Bizi kendi içinde barındırmadığı bir alçaklıktan daha fazla alçaltamaz. Lut Gölü onun içinde barınmaktadır.

Çevremizde bu davranışlar çokça ve sürekli oluyorsa bu durum sözünü ettiğimiz “kötü kişinin” suçu değildir. Hep birlikte oluşturduğumuz ve görünmeyen, sessiz bir iradenin sonucudur.

Sözü edilen “kötü kişi” gerçekten kötü kişi midir? Kötü kişi bizim, hepimizin sessiz ve güçlü onayımız olmadan kötülük yapabilir mi?
Kötü kişinin alçalttığı insan ve bu alçaltmaya alçaltmayla yanıt veren kişi kötü kişi kadar suçlu ve kötü değil midir?
Hata yapan, hepimizin sessiz iradesiyle ve onayıyla hata yapmıyor mu?
O halde hata yapanı yargılamak neden? Hata hata ile giderilseydi, ateş ateş ile sönmez miydi?

Alçaltılmak alçaltmakla karşılık bulursa ortada iki alçaklık olmaz mı?
Küfür, küfürle yanıt bulursa ortada iki küfürbaz olmuyor mu?

Dedikodu, dedikodu ile ağırlanırsa ortada iki dedikoducu olmuyor mu?
Tıpkı sevgi, sevgi ile ağırlandığında ortada iki sevgilinin olduğu gibi...
Fikir tartışması diye gurur savaşı yapıldığında ortada fikir mi vardır? Gururların savaşı mı vardır?
Gururların savaşından kim galip çıkabilir ki? Hepimiz mağlup olmaz mıyız?
Bu savaşta “o gizli, güçlü ve sessiz irademiz” sevgiyi kaybetmez mi?


Sevginin kaybedildiği yerde sadece pislik olur.
Aslanın aslanla savaşından sonra ortada yaralı bir aslanla bir de aslan leşi kalır.
İki aslanın savaşını bitmeyen bir iştahla kim seyreder? Kim bu savaşın etrafında sevinçle çığlıklar atarak dans eder?
Aslan leşine çakallar üşüşmez mi?
Zeki çakal taraftır; zayıf aslanın kazanmasını ister. Zira yaşayan zayıf aslan, gelecekteki yemeğidir.
Öyleyse aslanla aslanın savaşını sadece çakallar kazanmaz mı? Aslan kazansa da kaybetse de aslında mağlup olan değil midir?

Ne savaşan aslan olmalıdır insan, ne de kazanan çakal...
Sadece insan olunmalıdır, insan...
Kinden, kıskançlıktan, dedikodudan, gururdan, hasetten ve sevgisizlikten uzak; sadece insan olunmalıdır.

Hem surette hem de gerçekte...
Sükûnet içindeki insan olunmalıdır.


Son söz: Bir kişiyi alçaltıyorsanız bilin ki kendi içinizdeki alçaklıktan daha aşağı alçaltamazsınız. Kimi (samimi olarak) yüceltiyorsanız içinizdeki yücelikten daha fazla yüceltemezsiniz.
Alçaklığın ve yüceliğin ne olduğunu kavramak istiyorsanız içinize bakın, orada ne görüyorsanız ancak o kadar alçalır ve o kadar yücelebilirsiniz. İçinizde ne barındırıyorsanız onu görür ve bulursunuz…


Haluk Zeki ® - 2004
Not: Yazı yazarın yasal koruması altındadır. İzinsiz ve kaynak göstermeden yayınlandığı taktirde yasal işlem hakkımız saklıdır.

Siz hiç kelebek oldunuz mu ?

Her ay "üç günlük dünyaya üç günlük güzellik" adıyla düzenlenen zincire katılan tüm dostlara sevgilerimizi, teşekkürlerimizi, minnetlerimizi sunuyoruz.

İyilik yapmanın unutulduğu, iyiliğin anlamını yitirdiği, iyiliğin anlamsızlaştırıldığı, sadakalaştırıldığı günümüzde olması gerektiği gibi iyilikler yapmaya hep birlikte devam edeceğiz.

İyilik üzerine yaptığımız sohbetleri yakında burada yayınlamaya başlayacağız. Ayrıca; iyiliğin üç gününe ait bazı katılımcılarımızın öykülerini de paylaşacağız.
Amacımız aynı günde oluşturulan iyilik enerjisini hep birlikte yaşamak ve iyiliği olması gerektiği şekilde hayatlarımıza yansıtmaktır.

İyiliğin üç gününde yaşanan iyilik öykülerini okumak ve çalışmalarımızı takip etmek için aşağıdaki butona tıklayın.


Sohbet...

Merhaba sevgili dostlar
Yaşama yeni bir bakış açısı oluşturabilmek ve yeni pencereler açabilmek için birlikteyiz...
Yaşam, öğrenmektir.

Yaşam, yalnızca doğduğumuz günden bu güne kadar yaşadıklarımız ve bundan sonra yaşama ihtimalimiz olan olaylar zinciri değildir.
Yaşam farkında olmaktır.
Yaşam farkında olduklarımızın bilincinde olabilmektir.
Yaşam içinde bazen öyle küçük ama şaşırtan olaylar yaşarız ki, aslında "koskoca bir yaşamın sırrıdır" o yaşanılan. Anlayabilirsek tabi ki...Anlayamazsak başka bir fırsat daha sunar yaşam; anlayabilmemiz ve yaşamı farkına varabilmemiz için...Yine de farkına varamazsak yaşam sürekli olarak, irili-ufaklı pek çok sürpriz hazırlar, her biri anlayabilmemiz, anlayabildiklerimizi anlatabilmemiz, paylaşabilmemiz içindir...
Ta ki o "son saniyeye" kadar...İşte o son saniyede gözümüzün önünden akıp giden film şeridi, anlayamadıklarımızı anlatır bize...Anlayamadığımız ne varsa o an anlatılır...İşte yaşamdaki o korkulası "son pişmanlık" budur...Yaşamı anlayabilmek kadar anlatabilmek de çok önemlidir.Yaşam sofrası bizim için değil, bu sofrada konuklar ağırlayabilmek içindir. Sofrayı paylaşabilmek içindir...Ne kadar paylaşırsak, soframız o kadar zenginleşecektir...Ne dersiniz? Sofralarımızı zenginleştirelim mi ?
Zengin sofranın, mutlu, huzurlu, sevgi dolu ve umutlu konukları olalım mı ?


Yeni bir yaşam her gün, her an başlayabilir. Bunu bazen isteyerek başarırız bazen de yaşamın tesadüfleri (!) yeni bir yaşamı başlatır.Eğer kendinizi tesadüfen (!) yaşamaya bırakmayacak kadar güçlü hissedebiliyorsanız, yeni bir yaşama kendi talepleriniz doğrultusunda geçebilirsiniz.
Yaşamın özüne, ayrıntılarına baktığımız zaman yaşanılan hiç bir şeyin tesadüf olmadığını görürüz. Evet, yaşamda tesadüf yoktur, yaşadığımız "her an" bir ipek halının ilmekleri gibi, ince ince ilmeklenir... Her yaşanılandan sonra ipek halının motifleri biraz daha ortaya çıkar...
Tesadüf diye nitelendirdiğimiz her olay, çoğu zaman bizim taleplerimizle ortaya çıkmıştır. Bazen sevgiyle oluştururuz yaşamı, bazen üzüntüyle, bazen korku ve endişeyle...
Sevgiyle istemişsek, isteklerimizin içine korku, endişe ve şüphe katmamışsak sevgiyle dolar yaşamımız. Sürekli korku ve endişe ile yaşıyorsak, daima korktuklarımız gelir başımıza.
İçinize "bu kadar basit mi yaşamı şekillendirmek ?" diye bir kuşku düşmüşse, bu kuşkunuzu hemen yok edin.
Yaşamı şekillendirmek gerçekten bu kadar basit, bu kadar kolay...Yaşamı, yaşanılanları farkında olursak çok basit, çok kolay yaşayabiliriz. Günlük yaşam içinde daima "korktuklarınız başınıza geliyorsa" bunu sorgulamanız gerekmez mi ?

Sorguladığınızda, nedenleri bulduğunuzda ve bu nedenleri ortadan kaldırdığınızda yaşam basitleşmez mi ?

Bıktıran aksilikler yaşıyorsanız, sürekli hastalıklardan şikayet ediyorsanız, kendinizi ifade etmekte zorlanıyorsanız, yaşamdan (her şey yolunda olmasına karşın) hiç bir tat alamıyorsanız, sürekli mutsuz ve gerginseniz bunların nedenlerini bulup ortadan kaldırdığınızda yaşam basitleşmez mi ?

Şansız olmaktan şikayet ediyorsanız, geçmişin acıları içinde yaşıyorsanız, gelecekten korkuyorsanız bunların nedenlerini bulup ortadan kaldırdığınızda 
yaşam basitleşmez mi ?

Yaşanılanların içinde gariplikler seziyorsanız, şaşırıyor ve anlayamıyorsanız, anlamayı çok istiyor ama bir türlü nedenleri kavrayamıyorsanız tüm bu sırları çözdüğünüzde yaşam basitleşmez mi ?

Unutmayın sevgili dostlar, yaşam hiç bir zaman karmaşık değildir. Son derece basittir, karmaşık olan bizim düşüncelerimizdir.

Bu karmaşıklığı ortadan kaldırabilmeniz için ilk öğrenmeniz gereken; tesadüflerin olmadığıdır.Unutmayın;yaşamda tesadüf diye bir şey yoktur...

İkinci öğrenmemiz gereken ise hiç bir şeyin göründüğü gibi olmadığıdır.Unutmayın;hiç bir şey göründüğü gibi değildir...

Unutmamamız gereken herşeyi birlikte paylaşmaya devam edeceğiz...
Zengin sofranın, mutlu, huzurlu, sevgi dolu ve umutlu konukları olmanız dileğiyle...


Haluk Zeki ® - 2006
Not: Yazı yazarın yasal koruması altındadır. İzinsiz ve kaynak göstermeden yayınlandığı taktirde yasal işlem hakkımız saklıdır.

Olumlama Cümleleri...

Bu gün bir olumlama cümlesiyle kendinize büyük bir armağan verin

Çevrem tarafından, bilerek ya da bilmeyerek alt ve üst bilincimde oluşturulmuş tüm negatif ve gereksiz kodlamaları, düşünce kalıplarını iptal ediyor, yerlerine bütün olmak bilincini sevgiyle birlikte yerleştiriyorum.
-
Ben sevgide güvende ve dengedeyim.Evren beni destekliyor. İhtiyacım olan her şey bana sevgiyle sunuluyor ve ben sevgiyle, şükür ederek kabul ediyorum.
-
Bilerek ya da bilmeyerek alt ve üst bilincimde oluşturduğum tüm gereksiz ve negatif düşünce kalıplarımı iptal ediyorum. Bunların yerini sevgiyle dolduruyorum.
-
Ben evrenin sonsuz bolluk ve bereketiyle doluyum, sonsuz bolluk ve bereketimi tüm çevreme ve ihtiyacı olanlara kolaylıkla yayıyorum.
-
Ben bu gün sevgiyle doluyum, sevgiyi tüm çevreme ve ihtiyacı olanlara kolaylıkla yayıyorum.
-
İşime kolayca odaklanıyorum ve verimli çalışıyorum.
-
Kendimi her zaman ve her yerde özgürce ifade ediyorum.
-
Ben daima; en doğru kişiye, en uygun anda, en doğru sözcüklerle, davranışlarla ve sevgiyle kendimi ifade edebilmeyi seçiyorum.
-
Bu gün ve her gün sağlığım durmadan daha iyiye gidiyor.
-
Bu gün kendimi sevgiyle ifade etmeyi seçiyorum...
-
Evrenin sonsuz bolluk ve bereketi içindeyim...
-
Ben kendimi tam olduğum gibi seviyor ve kabul ediyorum.
-
Farkında olarak ya da olmayarak kendimde yarattığım tüm engellemeleri iptal ediyorum. Yolumun Tanrısal ışık ve sevgiyle açılmasını talep ediyorum.
-
Zihnim ve bedenim kusursuz bir dengede. Sağlıklı ve uyumluyum.
-
Geçmişi affediyorum ve serbest bırakıyorum.

Bunları asla yapmayın...


Sahte Umutlar Vermeyin
Yanınızdan her ayrılan hayata karşı umut dolu olarak ayrılmalı, ama bu umutlar hiçbir zaman sahte olmamalı...

Sahte umut, bir insanın yaşamını alt-üst edebilecek ve bir ömür boyu huzursuz, sağlıksız yaşamasını sağlayacak olan zehirdir...
Verdiğiniz sahte umutlar karşınızdakinin beklentiler içinde ve mış gibi yaşamasına neden olur.
Sizde olmasını istemediğiniz hiçbir şeyi başkalarına vermeyin.
Sizin de sahte umutlarınız varsa, bunları gerçeği ile değiştirin...
*
Fal bakmayın, baktırmayın...
Eğlence olsun diye bakılan, baktırılan fallar, insanlarda gereksiz ve boş beklentiler ile yaşamlara müdahaleler yaratır.
Sadece algılara güvenerek hayatınıza ya da başka hayatlara yön vermeyin.
Bu kaldıramayacağınız bir sorumluluktur.
Fallarda sahte umutlar gizlidir.
Böylesine büyük ve kaldıramayacağınız bir sorumluluğun altına ne siz girin ne de başkasını sokun.
*
Ayıplamayın
Ayıplamanın içinde yargılar vardır. Yargıların içinde dedikodular gizlidir. Dedikodular ise sevgisizlik barındırır.
Her ayıplayışınız, sizin gelecekte yaşayacağınız olayları, davranış biçimlerini oluşturur.
Kim ayıplayarak yaşarsa ayıpladıklarını mutlaka kendisi yaşar...
Yaşamınız ayıp aramakla geçmesin.
Ayıpladığınız kadar ayıplanacağınızı unutmayın.

Ayıplanıyorsanız, ayıpladıklarınızı düşünün ve af dileyin...
*
Sevgisiz yaşanmaz...
Sevgi ruh ve beden sağlığınızın en güzel uyarıcısı,tedavi edicisi, yaşam iksiridir.
Sevginin gücü ile her canlı tedavi olur.
Siz de, hem bedeninizi hem ruhunuzu sevgiden yoksun bırakmayın.
Kendinizi çok sevin.
Dostluklarınızı seçerken de sevgisiyle yaşayan ruhlardan seçin.
Sevgisizlerin sevgisizlikleri bulaşıcıdır, sizin ruhunuzu etkilemelerine izin vermeyin.
*
Hiç bir şey sizin değildir...
Çevrenizi, malınızı, insanları, işinizi, evinizi, arkadaşlarınızı, eşinizi veya çocuklarınızı " im' lerle " sahiplenmeyin. Hiç bir şey sonsuza kadar sizin değildir. Ne kadar sahiplenirseniz o kadar sizden uzaklaşacaklardır.
"O şeyi" kaybettiğiniz gün "o şeyin" size ait olmadığını anlamak acı verir.
BİZ demenin yüceliğini kavrayın ve hayatınızın her aşamasına biz' i katın...
(İm örnekleri: Ben im çocuğum, ben im arabam, ben im evim, ben im arkadaşım, ben im eşim, ben im ailem... vb.. )
*
Hiç bir şey göründüğü gibi değildir...
Gördüğünüz her olayın göremediğiniz yüzünü görmeye çalışın...
Doğru olan sizin göremediğiniz olabilir.
*
İnsanları yargılamayın...
Yargıladığınız sürece yargılanırsınız.
Başka kişileri yaşam tercihlerinden, davranışlarından, yaşadıklarından, yaptıklarından ya da yapamadıklarından dolayı yargılmayın.
Kişiler hakkında konuşmadan önce, onun penceresinden kendinizi seyredin.
*
Dedikodu yapmayın...
Başka insanlar hakkında yapacağınız her dedikodu size fazlasıyla dönecektir.
Yaşam ayna gibidir, siz ona nasıl bakarsanız o da size öyle bakacaktır.
Dedikodu yapmadan önce kendinizi gözden geçirin.
Sizin özel yaşamınız ne kadar değerliyse başkalarının yaşamı da aynı değerdedir.
*
Sahte sevgiler sunmayın...
İnsanlara sunacağınız sahte sevgiler, onlara yapabileceğiniz 
en büyük kötülüklerden biridir...
Her canlı sevgiye muhtaçtır, sevgiyi arzular...
Sahte sevgi vermenin savunmasız bir bebeğe anne sütü yerine zehir vermekten farkı yoktur.
Unutmayın, siz ne kadar sahte sevgi sunarsanız, o kadar sahte sevgi bulursunuz...
Sahte sevgilerle çevrenizi ve kendinizi zehirlemeyin...
*
mış... gibi yaşamayın
"mış" yaşamlarla kendinizi ve çevrenizi aldatmayın.
Her aldanış bir çöküşü getirir.
Yaşamınızın bir kesitinde mış' larla oluşturduğunuz hayat mutlaka yok olur. Kumdan kaleler sizi savunmasız bırakır.
mış... yaşamlarla geleceği yok etmeyin...
(mış örnekleri: zengin miş, fakir miş, sağlıklıy mış, sağlıksız mış, bilgiliy miş, biliyor muş, mutluy muş, huzursuz muş, duyarlıy mış, algılıyor muş, güçlüy müş, güçsüz müş vb.)