Translate

Sevginin meyvesi olur mu çocuklar?


Çocuklara konuları oyun oynayarak öğrettiğim için olsa gerek, derslerimiz çok eğlenceli geçiyordu.
Dört saatlik eğitimi teneffüs yapmadan işliyorduk. Ama iki ders geçip de tebeşir tozları boğazımda düğümlenince on dakikalık teneffüste bir bardak çay içmeyi arzuluyordum.
Öğrenci milleti dinler mi? O teneffüse de çıkartmıyorlardı beni. Tüm can alıcı soruları teneffüs zamanına saklıyorlar ve peş peşe sorular geliyordu.
Ellerinden kurtulmak için çeşitli bahaneler uydurmaya çalışıyordum.

O gün teneffüs zili çaldığında kaçmak için bahane düşünürken imdadıma nöbetçi öğrenci yetişti.
Kapıyı çalıp içeri girdi:
- Hocam bir ziyaretçiniz var, sizi bekliyor.
Sonra kocaman ağzıyla gülümsedi
- Ben bu haylazlara göz-kulak olurum.
Sınıfta gülüşmeler oldu.

Garip bir şeydi, o teneffüste hiç soru gelmiyor sanki öğrenciler de dışarı çıkmak için bekleşiyorlardı.
Merakla çıktım. “Ankara’dan birileri mi geldi acaba?” diyerek merdivenleri hızla indim. Okulda da bir tuhaflık vardı. Teneffüste bağırıp çağıran öğrencilerden tık çıkmıyor az sayıdaki öğrenci yüzüme gülümseyerek bakıyordu.
Şaşırmıştım. Erkek okulundan beklenmeyen bir sükunet vardı.
Merdivenleri indiğimde sükunetin nedenini de anlamış oldum.
Derslerine girdiğim öğrencilerin hepsi salonu doldurmuştu. En önde haylaz ama çok sevdiğim, geçen yılın mezunlarından Erkan kucağında büyük bir demetle beni bekliyordu. Hiç görmediğim kadar şıktı. Damat gibiydi.

Öğrencilerin hepsi de yoksul ve gariban çocuklardı. Üç kuruşluk haftalıklarıyla giyim-kuşama özen gösteremiyorlardı.
Giysileri eski de olsa, temiz ve titiz giyinmelerini tembihlerdim hep. Tembihimi de mutlaka tutarlardı.

Erkan’ı ve diğer öğrencileri gördüğümde çok şaşırdım. Şaşırdığım gibi de Erkan’ı gördüğüme çok sevindim. O yaz evlendiğini duymuş, genç yaşta evlenmesine hem kızmış hem de sevinmiştim. “Belki biraz uslanır” diye düşünüyordum.
Ben şaşkın vaziyette öğrencilere bakarken Erkan bir adım öne çıktı.
- Öğretmenler gününüz kutlu olsun öğretmenim...
Kocaman demeti bana uzattı. Bu mevsimde kocaman bir gül demeti yaptırmıştı. Alımdan “çok para harcamıştır bu çocuk” diye geçirdim. Aklımdan geçeni okumuş gibi konuşmasına devam etti.
Arkasındaki ve arkamdan sessizce beni takip eden diğer öğrencileri gösterdi “Hepimiz para toplayıp yaptırdık. Siz hediye almayı yasaklamıştınız ama, bu kadar kalabalık olunca hiç kimseye dokunmadı bile” diye ekledi.

Hayatımda ilk kez konuşmakta zorlandım. Ne diyeceğimi bilemedim. Kendimi çaresiz gibi hissediyordum. Bir taraftan da gözümde biriken yaşları akıtmamak için gayret gösteriyordum. Ağzımdan tek kelime çıkamıyordu. Zaten tek kelime konuşsam gözlerimden yaşlar boşalacaktı.
Elime sarıldı, hasret duyar gibi koklayarak öptü. Elimi çekmek istesem de elimi öpen diğerine devrediyordu. Ben kucağında bir demet gülle hiç ses çıkartmadan elimi öpmelerini seyrediyordum.

On dakikalık teneffüs bitmişti. Zil çaldığında “hadi bakalım herkes sınıfına” diyebildim.
Sessizce dağıldılar. Arkamda bekleşen öğrencilere döndüm “duymadınız mı? Herkes sınıfa! Derse girince hesaplaşacağım sizinle, sıra dayağına hazır olun” dedim muzipçe.
Salon boşaldı. Sadece tüm yakışıklılığı ile Erkan ve nöbetçi öğrenci kaldı.

Gözlerine baktım, o da benim gibi ağlamak üzereydi sanki. “Özledim seni, gel bir sarılayım” diyebildim. Nöbetçi öğrenci çiçekleri aldı ve Erkan’a bir ağabey hasretiyle sarıldım, öptüm. Ama o beni bırakmıyordu. Omzumda ağladığını fark ettim. Karşılıklı birbirimizin omuzlarında ağlaştık.
Kendimi toparlayıp yüzüne baktım.
- Evlenmişsin oğlum. Allah mesut etsin. Eşini çok merak ediyorum. Mutlu musun?
Gülümsedi. “O da burada, dış kapıda sizi bekliyor” dedi.
Birlikte aşağı indik. Kapıda minicik bir köy kadını beni bekliyordu. Beni görünce başını öne eğdi. Utanmıştı. Hiç ses etmeden elime sarıldı, saygıyla öptü. Hep önüne bakıyordu. Çenesinden tutup yüzünü kaldırdım.
- Başını kaldır da yüzünü göreyim kızım.
Bir gül yaprağı gibi yanakları, zeytin gibi siyah ve parlak gözleri vardı. Minik köylü kadın eşarbını düzeltti ve mahcup gülümsedi.
- Adın nedir?
- Gül... Gülpembe...
Sarılıp, kalbime sokasım geldi minik gelinimi. Dayanamadım, sarıldım. Altındamla kolonya ve köy kokusunu ciğerlerime çektim.
- Allah mesut etsin kızım. Bu haylazı sana emanet ediyorum. Sen çekip-çevir onu. Çok severim eşini, ama çok da kızarım.
Gülümseyerek başını öne eğdi.
- O da sizi çok seviyor. Adınızın geçmediği gün olmuyor evimizde. Bana sanatı öğretti, adam etti, yediğimiz her lokmada hakkı var diyor. Bu yüzden ben de çok sevdim.
Bedeninden büyük çantasını karıştırdı. Erkanı işaret etti.
- Siz hediye kabul etmezmişsiniz, ama sen verirsen alır dedi.

Acemice paketlenmiş bir kutuyu uzattı. Hemen açtım. İçinde bir dolmakalem vardı. Daha sonraki hayatımda yıllarca özenerek kullandığım yeşil dolmakalemi sevgiyle kabul ettim. Etmemek mümkün değildi.
Her ikisine de tekrar tekrar sarılıp teşekkür ettim.

Yaz tatilinde olduğum için beni bulamayıp düğünlerine çağıramadıkları için çok üzülmüşler. Bu gün de küçük gelinimi doktora getirmişler, ama doktor gününü de öğretmenler gününe denk getirip, şehre inmişken hem doktor işini hem de öğretmenler günü kutlamasını aradan çıkartmak istemişler.
- Ne doktoru Erkan? Hayırdır?
Erkan arsızca gülümsedi. Özlemişim gülümsemesini. Küçük kadın yine utandı.
- Erkek olursa adı Haluk olacak öğretmenim...

Boğazıma bir şeyler düğümlendi. “Acelen neydi haylaz” diyemedim. Konuşamıyordum.
Tekrar tekrar sarılıp vedalaştık.

Derse geç kalmıştım. Çiçeklerimi alıp derse girdim. Hınzır öğrenciler tek ellerini sıraya koyup avuçlarını açmışlar, sıra dayağına hazır gülümseyerek bekleşiyorlardı.
- Biliyorsunuz ben bekar evinde kalıyorum çocuklar. Bu çiçeklere sahip çıkamam. Bunları size vereceğim, siz de ilk öğretmeniniz olan annelerinize götürecek ve onların öğretmenler gününü kutlayacaksınız.

Sopa bekleyen avuçlarına tek tek gülleri bıraktım. Bırakırken de vurur gibi yaptım. Gülle sopa yiyen tek öğrenci onlar olsa gerek.
Onbeş gül vardı. Ondört öğrencime dağıttım. Artan bir gülü gösterip “ben de bunu kurutup ilk öğretmenim olan anneme götüreceğim çocuklar” dedim.

Son iki saatte dersimizin konusu artık teknik resim değildi.
Konumuz sevgi ve vefaydı. Hiç ses çıkartmadan dinlediler. “Sevginin meyvesi olur mu çocuklar?” diye sordum ve soruma kendim yanıt verdim.

İşte bu son cümleyi not alırlarken gördüm onları. Umarım hiç unutmamışlardır.
- Vefa dediğimiz şey sevginin meyvesidir çocuklar. Bu cennet meyvesidir! Çok leziz ve çok besleyicidir.

Zil çaldı. En zor eğitim çalışmasını yapmıştım. Sınıftan çıkarken İrfan yanıma geldi.
- Benim annem yok öğretmenim, bunu babanneme versem olur mu?
Ne güzel bir soruydu bu. “Tabi olur çocuk, seni o yetiştirmişse ona ver ve benim adıma seni yetiştirdiği için teşekkür et.”
Sevindi. “Tamam öğretmenim” dedi.

Kendimi bekar odama zor attım. İlk kez hıçkıra hıçkıra ağladım.
Bir avuç jeton alıp annemi aradım. Doyasıya konuşup bana verdikleri için teşekkür ettim. Daha sonra bende emeği olan tüm öğretmenlerime (kendi kendime) teşekkür ettim, dualar ettim.
Şimdi de bende emeği olan ve hayatta olan tüm öğretmenlerim için “sağlık, huzur ve zenginliklerle dolu” bir hayat diliyorum. Şimdi başka bir alemi yaşayan öğretmenlerim için de Allah’tan rahmet diliyor ve tüm öğretmenlerime saygılarımı, sevgilerimi gönderiyorum.
İyi ki vardınız ve iyi ki varsınız sevgili öğretmenlerim.


Ve siz; 
beni öğretmen mertebesine erdiren öğrencilerim. Hepinizin gözlerinden öpüyorum. Sizler de iyi ki vardınız ve iyi ki varsınız...

Haluk Zeki ® - 2009
Not: Yazı yazarın yasal koruması altındadır. İzinsiz ve kaynak göstermeden yayınlandığı taktirde yasal işlem hakkımız saklıdır.


3 yorum:

Adsız dedi ki...

Sevgili Haluk hocam harikasınız.Çok beğendim emeğiniz için teşekkür ederim.

Adsız dedi ki...

Çok güzel bir yazı sevgiler.

zaman dedi ki...

Yüreğinizin berrakligi, bizlerde oluşturduğunuz bu güzel duygular için biz teşekkür ederiz :)